28 Temmuz 2017

Kâlp Röntgeni  

               

Sünnet ve hadisi güvenilirlik üzerinden tartışma konusu hâline getirmeye çalışan adamların ahvaline hep tiksintiyle baktım. İstemsiz ama varlığından ötürü şikâyetçi olmadığım bir tiksinti duygusudur bu. Allah'ın arslanı Ali “kişi dilinin altında saklıdır” der. Kelimelerin ve söz  diziminin, çıktığı mecraya ait dupduru bir kâlp ve mertebe röntgeni olduğunu fark edeli çok oldu.

En embesil adam bile vahyin indirilme gerekçesinin anlaşılmak ve yaşanılmak olduğu gerçeğinin hakkını teslim eder. Sünnet, Kuran'ın gaye ve maksadının, kusursuz ve en yüksek düzeyde gerçekleşmiş, tahakkuk etmiş hâlidir. Vahyin hakikat olmuş ‘rüyasıdır'.

Söz ve metin olan Kur'an ayetlerine, sünnet ile hayat üflenir. Kuran'ın yazı hali Mushaf, ses hali kıraat, fiil hali sünnettir. Yazının maksadı okunması, okunmanın maksadı yaşanmasıdır. Yâni yazıdaki mana, iç ya da dış sesle söz olmak, söz ise amel ile şuur olmak ister. Sünnet, Kuran'ın ağyarını mâni, efradını câmi eden en muhkem kilit taşı… Biraz izah etmeye çalışayım…

Peygamber tarafından “Ben ilmin şehriyim. Ali ise kapısıdır” diye buyurulmuş. İlmin kapısı Ali haricilere elçi olarak İbn-i Abbas'ı gönderirken “onlara ne ile delil getireceksin” diye sorar. Elçi, “Allah'ın kitabıyla” deyince “hayır” der; “onlara Rasulullah'ın sünnetinden delil getir. Çünkü sen onlara Allah'ın ayetlerini okuduğun zaman, ‘evet ama ben bu ayeti senin anladığın gibi anlamıyorum' derler ve tartışmanız uzar gider”

Yâni bugün hadis ve sünneti Müslümanlar nezdinde “açıklayıcı delil olma” hükmünden çıkarmak için çabalayanlar, o gün Hz. Ali'nin mâni olmak istediği, vahyin kısır döngü ve demagoji zeminine çekilme ameliyesini isteyenlerin artçı türevleri. Tevhidi, göreceliliğe boğdurabileceklerini sanan neoisrailiyatçı bit yavruları…

Hadis ve sünnet, Allah'ın sözleri üzerinde lâf ebeliği yapılmasına, ayetlerin hevâ ve hevesler doğrultusunda farklı cenahlara çekiştirilmesine izin vermez. Çünkü kendisine vahiy edilen elçi, o vahyin ne dediğini ve neyi murat ettiğini, elbette insanlığın geriye kalan tüm zamanlardaki toplamından daha iyi bilir. Bu da şeytanın çıngıraklı yılanlarının “sana göre öyle, bana göre böyle” diye tıslamalarına imkân tanımaz. Böyle olunca milyarlarca müslümanı “kime göre neye göre” anırtı senfonisinin cehaletten zil zurna sarhoş böğürücülerine eklemleyemezsiniz. O zaman da Âdem'in çocuklarıyla fıtratlarına konan tevhit ve mutlak iyilik arasındaki irtibat kopartılamamış olur. Bütün mesele, büyük mesele!

Hadislerin güvenilmez olduğunu söyleyenler zannetmeyin ki  Kur'an-ı Kerim'in korunmuşluğu ve muhkemliği hususunda her zaman görünmeye çalıştıkları kadar hassas olacaklar. Sünnet ve hadis iç kaleyi yani Kur'anı kuşatan dış kaleler... Dış kalenin surlarını toplarla dövenlerin ardıl hedefi elbette iç kaleyi de düşürmek!

Zira tarihi bir hakikat olarak Kur'an ayetleriyle hadis-i şeriflerin nihai kaynağı aynıdır. Yâni peygamberin bizâtihi kendisidir. Onun söyledikleri içinden hangisinin hadis hangisinin ayet olduğunu bize söyleyen yine peygamberdir. Kuran'ın her ayeti “teknik olarak” önce “hadistir.” Yâni peygamberin iki dudağı arasından çıkmış, o aziz ve müberrâ elçinin tertemiz sesinden duyulmuştur. Ayetler de hadisler de sahabe-i kiram diye anılan aynı tarihi şahsiyetlerin şahitlikleri, kayıtları ve rivayetleri yoluyla, müşterek denetimlerinden süzülerek önce ümmetin sonra insanlığın ortak hafızasına ve belgelere intikal ettirilmiştir. Şâyet “bu kanaldan gelen hadislerin hiç bir güvenirliği yoktur, çoğu ya da bir kısmı tahrif edilmiştir” diyorsanız aynı kanaldan ve aynı yolla gelen ayetlerin tamamı ya da bir kısmı hakkında aynı güvensizlik iddiasını ihdas ediyorsunuz demektir. Burada “Şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik ve şüphe yok ki, O'nu her türlü bozulmadan da biz koruyup muhafaza edeceğiz.” ayeti objektif bir delil olarak sunulamaz çünkü buna sadece imân edersiniz. Üstelik bu söz de güvensiz(!) bulduğunuz kaynaklar yoluyla günümüze intikal ettirilmişken...

Kuran'ın ve İslâm'ın kaynaklarını objektif ve nesnel düzlemde itibarsızlaştıranların, aslında araştırma ve tetkik yoluyla iman edecek zihinlerin önüne bent örmek isteyen bir projenin -şuurlu ya da şuursuz-  ama kesinlikle zavallı salmaları olduğu çok açık. Ayrıca Müslümanlar içinde imanın nesilden nesile pürüzsüz intikaline mâni olmayı hedefleyen şeytani bir çaylak kapanı kurmuş oluyorlar.

Allah'ın kendisine edep, ilim ve yakin verdiği ak sarıklı ve saklı bir kul, imânın tarifini ısrarla şöyle telkin etmişti; İmân, Allah Rasulü'nün yirmi üç yıllık nübüvvet hayatı boyunca iki dudağı arasından çıkan her şeye kayıtsız şartsız inanmak ve teslim olmaktır.”

Sadakte.